Son Gönderiler

16.04.2013

Masaüstü


*
ücra bir köy kadar uzağız birbirimize
duyularımızda kırık mısralı türküler var
biliyoruz ve böyle yaşıyoruz

nerede orası bilen oldu mu hiç gidilmemecesine
dinledik mi başkalarını dinler gibi yapmadan
susabildik mi gerçekten
bunu da biliyoruz ve böyle yaşıyoruz

bir sevinci hak ediyoruz asıl tebessümle gelen
hiç gitmeyecek bizden geri dönmese de
bize ait olan türkülere benzeterek
öpmek herkesi bağrından
nice içten kucaklayışlar
kadar yakınız kimselere
bin o kadar hasret var içimizde
kırık mısralı türküler gibi

ücra bir köy kadar yeşiliz
uzak
bunu da biliyoruz
böyle de yaşıyoruz
öyle de!

* Mehmet'in masaüstüme yazıp kaçtığı şiiri

6.04.2013

Enstrümanı İhraç Edip, Müziği İthal Etmek


         
  Geçen hafta Mehmet Tamdeğer'e ve Kurban'ın davulcusu Burak Gürpınar'a birkaç soru sorma fırsatı yakaladım. Dünyacı ünlü ''İstanbul Mehmet'' zillerinin Mehmet ustası bu işi 9 yaşında, Mikael Zildjian'dan devralmış. Zildjian, Ermenice'de ''zilci'' anlamına geliyor. Mehter takımına zil üretmekle ustalığa başlayan Zildjian ve torunları zamanla dünyaya açılmış, hatta Mozart'ın eserlerinde kullanılmak üzere ihracata başlamış. Böyle bir ustanın çırağı Mehmet Tamdeğer. Diğer çırak Agop Tomurcuk'la zil üretimine devam etmişler. Bugün Mehmet ve Agop olarak iki farklı markayla dövme zil üretimine devam ediyorlar. Bu markaların yanında el yapımı zilleri üreten Bosphorus, Turkish, Pasha, Amedia, Masterwork, Diril markaları da var.

            Tüm dünyada el yapımı ziller sadece bu topraklardaki ustaların elinden çıkıyor anlayacağınız.
            Bir müzik enstrümanının anavatanı olmak gurur verici.
            Buraya kadar bütün bir hikaye gurur verici.
            Ne yapıyoruz bu zilleri?
            Büyük bölümünü ihraç ediyoruz.
            75 milyon nüfustan kaç tanesi bu zilleri kullanıyor, kullanabiliyor?
            3-5-7-9...
            Ne yapıyoruz?
            İhracatla gurur duyuyoruz.
            Enstrümanı ihraç edip, müziği ithal ediyoruz.
            Ne yapmak lazım?

            ''Ülkemizde maalesef sanata verilen değer çok yüksek olmadığı için ve buna bağlı olarak ne sanatçılara ne de zanaatçılara gereken önem verilmemektedir. Aslında ülkemizdeki gençlerin tamamen bu işe yada bizlere ilgisiz olduğunu söyleyemeyiz. Müzikle uğraşan insanlar bize her zaman gereken önemi ve desteği veriyor ve tabii bu sayı müzikle uğraşanların sayısı çok fazla olmadığı için sınırlı kalabiliyor.'' diye çok güzel bir cevap veriyor Mehmet Tamdeğer.

            Tabureden bateri yapmak gibi kendi ürettiği imkanlarıyla ve çabalarıyla Türkiye'nin en iyi davulcularından biri olan Burak Gürpınar ise sanata olan genel ilgisizlikten yakınıyor.'' Faydalı olabilecek ve gelişme sağlayabilecek aynı zamanda da kültürel olarak dolu bir şey ne zaman desteklendi ve ilgi gördü? Bu genel bir sorun. Bu da çoğunlukla dinleyicinin, tüketicinin değil onlara yön veren büyük isimlerin, şirketlerin kontrol ettiği bir şey.''

            Popüler şarkıcılar ne kadar ilgiliyse ülke meseleleriyle insanlar da o kadar ilgili.
            Kısa zaman öncesine kadar radyo kültürü vardı bu ülkede.
            Hala da devam ediyor.
            Herhangi bir kanalı açıp, dinlerlerdi.
            Maksat gürültü olsun.
            Onlar da artık çekirdek gibi bakıyor müziğe.
            Onda ne bir estetik ne de bir matematik arıyor.

Mehmet Tamdeğer'e ve Burak Gürpınar'a teşekkürler.

Fatih Buğra Akbaş

1.04.2013

Akıllı mı deli, deli mi akılsız?


(H.Boytchev'in ''Albay Kuş'' Oyununa)
1992'den 1995'e kadar, üç yıl süren Bosna savaşında yüz on bin kişi hayatını kaybetti, iki milyon kişi de göç etmek zorunda bırakıldı. Bu savaştan sadece Bosna'lılar ve Sırplar değil,  bütün balkanlar da nasibini aldı. Öyle ki öldürmenin meşru kılındığı bu insanlık suçuna hiç bir devlet müdahale etmedi. Birleşmiş Milletlerin bölgedeki hakimiyetini de savaş sırasında, Bosna'lı gençler, sokak köpeklerinin üzerine ''UN'' yazarak çok güzel bir göndermeyle ortaya dökmüş. Fetisov ve Kiro oyun boyunca Birleşmiş Milletler'in bu acizliğinden oldukça  bahsediyor. Kiro, Boşnak gençleri kadar eğleniyor, her zamanki gibi iğneleyici sözlerini deli arkadaşlarına yöneltmiş gibi gözükse de bütün akıllıların yüzüne çarpıyor; 
''Onlar için burası bir balkanlar. Balkanlar'a yardım atın denmiş ve atmışlar.''
Eski asker Fetisov ise, üzerindeki üniformanın etkisiyle hala Birleşmiş Milletlere olan inancını koruyor;
''Avrupa'nın buna nasıl bakacağını bir düşünün. Açlıktan geberirken yiyecek, soğuktan donarken giyecek, umutsuz kalmışken umut yollayan o insanların önüne nasıl çıkacağız?''
Repliklerdeki bu ironilerin altında, Avrupa ve Nato'nun kılını kıpırdatmadığı savaşta, Birleşmiş Milletler güçlerinin barış gücü olarak Sırp'ların önüne Boşnak'ları atması yatıyor şüphesiz. Bu gün karşımızda olan, bu savaşın iki milyon mağdurundan sadece yedi tanesi. Doktor'a eylemsizliği, Fetisov'a mekanikliği, Kiro'ya çalma hırsını ve politikliği, Matey'e bir böcek kadar ufak olmayı, Davut'a kimliksizleşmeyi dayatan toplumun akıllıları, artık kendi işlerini  göremeyecek olan ötekileştirdikleri, akıl hastası diye damgaladıkları bu insanları tedavi edip, tekrar topluma kazandırmak için dağın başındaki manastıra kapatıyor. Onların tek hastalığı ise kendilerinden başkasına zarar veremeyecek, insan öldüremeyecek kadar akılsız olmaları...
            '' Siz deli değilsiniz! Sadece öbürlerinden farklısınız. Siz bu dünya için yaratılmadınız. Bir yerlerde bizim gerçek bir dünyamızın olduğuna inanalım.''
Fetisov'a göre; İnsan yaşamını anlamlandırabilmek, bir temele oturtabilmek adına bir neden aramalı. Deliler de öyle yapıyor. Kendilerine ait olmayan bu dünyanın saçmalığını reddedip, bir hiç uğruna, barış uğruna bir var oluş tutkusuna kapılıyorlar... Tekrar boşlukta kalacaklarını bilmeden...