Son Gönderiler

26.06.2014

Sigara'nın Felsefesi

Gece. Çakmağımın gazı bitik. Aşağıdaki market de kapalı. Yanmadığı için bir köşeye fırlattığım çakmalara tekrar dönüyorum. Israrla yanmıyorlar. Saatlerdir, her sigara içmeye niyetlendiğimde mutfaktaki ocaktan sigaramı yakıyorum. Böyle yakılan sigaranın pek tadı yok. Üstüne, sigarayı hafiflettiğim falan da yok, kesintisiz sigara içesim geliyor. Masadaki çakmağımın eksikliğinden ötürü, sigara içme arzusu yiyip bitiriyor beni. Bu sefer mum aramaya girişiyorum. Evde el fenerim olduğu için mum almadığımı hatırlıyor yine masaya dönüyorum. Sigarayı bırakmak için muteber bir sebep. Tüm bunlara köpürüp tekrar ocağın başına gidiyorum. Hazır sigara yakmışken bir tane de kahve içmek istiyorum. Sabah olana, bakkal açılana kadar tekrarlayacağım bunu. Bu döngü beni benden alıyor, götürüyor. Her sigara yakışımda kendimi tekrar, tekrar yaşıyorum.
Küçükken babam sigara içerdi. Şimdilerde bıraktı. 'Silahlı Kuvvetler' kullanırdı. Uzun, kırmızı paketin üzerine markası beyaz harflerle yazılmıştı. Çok alımlıydı. Sigara eve kartonla alınırdı. Kartonu daha da ilgi çekiciydi. Silahın kutsal sayıldığı bir ülkede büyüyen bir çocuk için 'Silahlı kuvvetler' yazan bir karton sigaradan daha ilgi çekici şey olabilir mi? Sigara içerken babamı takip ederdim. Bir görev gibiydi bu onun için. Sigarasız sohbet olmazdı. Annemle her çekişmelerinde elinde sigara vardı. Sırf sigara için güzel bir çay demlenirdi evde. Sinirlendiğini, neşelendiğini ya da canının sıkıldığını şıp diye anlardım sigara yakışından. Keyifliyse, paketten çıkardığı sigarayı iki parmağının arasında gezdirerek tütününü yaydırır, iştahla dudaklarının arasına yerleştirir, kusursuz yandığına emin olana kadar çakmakla yakar, derin derin, yavaştan alarak içerdi. Onu izlediğimi fark ettiğinde ağırbaşlı bir tavırla sigarayı içine çeker dumanıyla şekiller yapardı. Sinirli olduğu zamanlarda bunların hiç birini yapmazdı. Düşman kesilirdi ona. Sertçe paketten çıkarır, özensizce yakar, dumanı ciğerlerinde bekletmeden, hızlıca püskürtürdü. Bunların farkına en çok, bana matematik çalıştırdığında varmıştım.  Sonra bu kavramlar birbirine girdi. Bir soru vardı. Ertuğrul, harçlığı ile bir sürü şey almış, cebinde kalan paranın bir kısmını da arkadaşlarına borç vermişti. Belli bir zaman sonra arkadaşları borcunu belli bir yüzdeyle faizle ödüyordu. O zamanlar 12 yaşındayım. Hayret etmiştim Ertuğrul'a. Bizim Ertuğrul bildiğimiz tefeciydi. Üstelik, soruda yazdığı üzere aynı yaşlardaydık. Ben o sıra tüm arkadaş ilişkilerimi gözden geçirirken, yanımda oturan babam soruya odaklanmam konusunda üsteliyordu. Defalarca soruyu okudu. Ertuğrul'un tüm ticari faaliyetlerinin altını çizdi. Ertuğrul'un tüm bunları yapması normaldi ama faiz niyeydi? Ertuğrul'a acayip sinirlenmiştim. Babamın bana verdiği süre daralıyordu. Soruyu bir an önce çözüp, yarım saattir babamın anlattıklarının boşa gitmediğini kanıtlamam gerekiyordu. Bekledi, bekledi. Çok geçmeden cebinden sigara paketini çıkardı, hızlıca sigara yaktı. Seri nefeslerle içmeye başladı. Sinirlenmeye başlamıştı. Ben bomboş gözlerle soruya bakarken, burnum ve ciğerlerimden tüm vücuduma yayılan  öfkeli duman gözlerimi yakıyordu. Hareketsiz kalakalmıştım. Soruyu çözemiyordum. 12 yıllık hayatımın tek amacı Tefeci Ertuğrul'un muhasebesini yapmak olmuştu. Saniyeler geçmek bilmiyordu. Bir şey bitirmeliydi bu iğrenç duyguyu. Her ne olursa. Babam feryadımı duymuş olacak ki çok geçmeden imdadıma yetişti. Enseme bir tokat patlattı. Tokadın etkisiyle Ertuğrul'un sorusuna kafa atacak kadar yakınlaştım. Bir anda yüzüme kan sıçradı. Ertuğrul'un yolsuzluğunu uygun bir biçime sokamadığım için aşağılanmıştım. Mutfakta bulaşık yıkayan annem kafamdan çıkan sesi duymuş olacak ki koşa koşa geldi. Babamla tartışmaya tutuştu. Yaşıtım Ertuğrul'un birdenbire, koca insanlar üzerinde bıraktığı etkilere inanamıyordum. Yüzüm çok kızarmış olacak ki babam yüzümü yıkamam için lavabo izni verdi. O gün çeşmeden akan soğuk suyu, biriken kanla ısınmış yüzüme vururken matematiğe küstüm. 
Masadan kalkıp ocaktan bir sigara daha yakıyorum. Her yakışımda matematikle boğuştuğum dönemleri hatırlıyorum. Bizim evde ortaokul matematiği çok şiddetli geçti. Babam kendine misyon edinmişti bana matematik çalıştırmayı. Her akşam matematik testine otururduk beraber. Eve alınan sigara kartonu ikiye çıkmıştı haliyle. O sigara dumanı burnumun direğini sızlattığında tehlikenin farkına varıyordu beynim. Bir an önce çalışmanın bitmesi için refleks olarak soruları çözüyordum. Aksi takdirde yine aynı şeyler yaşanacaktı.
Tuhaftır. Çocukken büyüklere özenirdim. Onlar gibi hareket etmek, onlar gibi gözükmek, onlar gibi büyük konuşmak isterdim. Büyük insanların nasıl düşündüklerini, nasıl hareket ettiklerini merak ederdim.  Onlar gibi olabilmek için önümde duran bir fırsat vardı. Büyük olmanın nasıl bir şey olduğunu deneyimlemek için sigara, hemen mutfaktaki tezgahın altında, çekmecede duruyordu. Hem de paket, paket. Bahanem hazırdı. Çevremdeki herkes sigara içiyordu. Belki de içenler o kadar çoktu ki içmeyenleri ayırd etmek imkansızdı. Teneffüste, öğretmenler odasına ne zaman girsem dumanın arasında öğretmen arardım. Çok korktuğum okul müdürü, okul bahçesinde hep sigarayla gezerdi. En sevdiğim film karakterleri sigara içerdi. Sigara bir güç, bir otorite simgesiydi. Büyüklüğün bir göstergesiydi benim için. Düşünürdüm; bu kadar büyük insanlar, bu kadar akıllı insanlar sigara içiyorsa bu o kadar da kötü bir şey değil diye. Büyüklerin hep iyi şeyler yaptıklarını, dürüst olduklarını, Ertuğrul gibi olmadıklarını kafamda tasarlardım. Sonra evde yalnız olduğum bir gün paketten bir sigara çektim. Önce tütününü yaydırdım bir güzel. Sıra yakmaya geldi. Boyum yüksekteki çakmağı almaya yetmiyordu. Neyse ki ocak elektrikliydi. Yaktım ocağın bir gözünü. Kısa sürede sigaranın nasıl yakılacağını öğrendim. Bir süre kendimi büyük adam gibi hissettim. Büyük olmak demek gerçekten güçlü olmak demekti. Benim ciğerlerim bir sigarayı bitirecek kadar kuvvetli değildi. Sigarayı muslukta söndürüp, izmariti çöpün dibine sakladım. Ağzımdaki kokuyu gidermek için dişlerimi fırçalarken, kaşlarımın yarısının yandığını fark ettim. Yanık izlerini gidermek için uzun süre kaşlarımı yıkadım. Ama ne yaparsam yapayım kaşlarımın azaldığı açıkça ortadaydı. Uzun, uzun düşündükten sonra nihayet, annemin göz kalemiyle kaşlarımı dolgunlaştırmak aklıma geldi. Titiz bir çalışmadan sonra iki dakikalığına büyük olmanın bedelini ödedim. Bir daha yıllar boyu sigara içmeyecektim. 
Ertuğrul da mutlaka sigara içiyordur. Yaşı küçük, kendisi büyük adamdı. Okulda matematik böyle öğretilmiyordu. Öğretmenlere göre matematik çok önemliydi. Belki en önemli dersti. Benim yaşam pratiklerime göre matematik artık Ertuğrul'dan ibaretti. Matematikte başarılı olan arkadaşlarımı hep Ertuğrul'un yandaşları gibi gördüm. Okulda farklıydı hayat, dışarıda farklıydı. 12 yaşında biri için daha da farklıydı. Babam, akşam yaptığımız çalışmalarda kafamın çalışmadığını düşünerek tokat atar, annem her sabah okula giderken temiz kokayım diye sabunlu bezle boynumu siler, dışarıdaki köşe başı abileribira içirir, ananem oruç tutturur, eniştem ödevleri boş vermem gerektiğini söyler, fen bilgisi öğretmeni bilimden, din kültürü öğretmeni ilimden, komşular başarıdan, bir dayım edebiyattan, diğer dayım askerlikten bahseder, bayramda ziyarete gelen akrabalar karneyi sorar, her şeyin paradan ibaret olduğundan konuşurlardı.Beni hangi kurum ya da kim kurtarabilirdi tüm bu keşmekeşin içinden?     Dayak, 12 yaşındaki insanın kendine ve başkalarına olan güvenini kaybetmesinden başka ne yapar ki? Üstelik dayağı destekleyen, dayağa teşvik eden bir sürü atasözü varken, kabul görüyorken. Büyük olmadığımı hissettirecek bir şeyin daha farkına varmıştım. Dayak da büyüklüğün ve otoritenin bir parçasıydı. Öğretmenler de gerekli gördüklerinde dayak atmaktan geri durmazlardı. O kadar ufak bir çocuk bütün arkadaşlarının içinde tokatlanacak, tekmelenecek ne yapabilir hala mantıklı bir cevap veremedim kendime. Ödevlerde başarısız olma, derste arkadaşıyla konuşma, andımıza geç kalmak, kışın ortasında bahçede okunan istiklal marşı sırasında 'hazır ol' pozisyonunu bozmak da bunların arasında.
Benim için dayak ve sigara büyüklüğün, büyük adam olmanın, haklılığın sembolüydü. Büyükler, çaresizlikten, başka türlü çözüm yöntemi bulamadığı için saldırıyordu. Kendi doğrularına göre hareket edilmesi, o doğrulardan dışarı çıkılmaması için döverlerdi. Bazen de sadece kendini büyük gördüğü için, büyük olduğunu ispatlamak için yaparlardı bunu. Bu büyük adamların bir başka eğitim yöntemi de dayak gibi tepeden inen nasihatti. Hepsi her an nasihat verirdi. Ama kendileri tam tersini yaparlardı. Bize sigara yasaktı. Sigara içerken yakalanırsanız bu sicilinize işlenir, tüm geleceğiniz başlamadan biterdi. Dayakla, nasihatla, sigarayla büyük olurdu, büyükler.
Bir büyük çeşidi de kendi ideallerindeki çocuğu karşısında görmek isteyen, kendi olamadıklarını onlara diretenlerden oluşuyordu. Ne de olsa 12 yaşındaki insan hem beden olarak hem beyin olarak ufacıktı. Ne anlardı hayattan, geçim şartlarından?
Ev, okul bu katı, baskıcı büyüklerin gözlerinin denetimindeydi. Çocukluğu beraberce yaşamak için tek uygun zaman teneffüslerdi. O da on dakikada tükeniyordu. O, on dakikada bile nöbetçi öğretmen gezerdi bahçede. Bütün okul, zil çalınca şartlı tahliyeye çıkıyorduk. Her yer gözetim altındaydı, her yer nezaretti. Akrabalar, öğretmenler, anne, baba her fırsatta, her harekette bir kusur arıyorlardı. Çocuk dediğin, derslerinde başarılı olmalı, kendisi hiç konuşturulmamasına, hep susturulmasına karşın, öğretmeni dört gözle dinlemeli, iftihar edilecek, anne, babanın göğsünü kabartacak bir varlık olmalıydı. Sokakta kendini kabul ettirebilmek için bira içebilmeli, babayı memnun edebilmek için matematikte yetkin, anne için titiz ve lekesiz olabilmeli, anane için oruç tutabilmeli, dayıların gözüne girmek için kültürlü ve disiplinli, akrabalar için okuldan takdir, teşekkür getirebilmeli, tanıdık esnaf için yazları bir işte çalışıp cep harçlığını çıkarabilmeliydi. Bunları isteyen büyüklerin hepsi eski çocuklardı, artık büyüdüler, önem ve değer kazandılar. O kadar büyüdüler ki büyüklüklerinin etkisiyle çocukluklarını hatırdan, gönülden çıkardılar.
Bu aşağılamalara daha fazla dayanamayan birçok yaşıtım nasihatleri dinledi. Bulanık, kişiliksiz, varlığıyla yokluğu bir, sürekli kendini ispat çabası içerisinde büyüdü. Büyüklerin belirlediği kalıplara girdi, okullarında, işlerinde başarılı oldu, güce itaat etmeyi öğrendi ve kul oldu. Benim gözümdeyse aralarından en iyileri nasihatleri dinlemeyen, sınıfını geçemeyen, sürekli şikayet edilen, başarısız çocuklardı.
Bir daha sigara içeceğim. Bu sefer, büyüklere, büyük olmaya bu kadar özenip; büyümüş, 110 kilo olmuşken, ufacık olup tekrar ocaktan sigara yakacak kadar küçük olmayı diliyorum. Ama, her şeye rağmen hava aydınlanıyor. Birkaç saat içinde market açılacak ve bile bile aşağı inip çakmak alacak, büyüklüğüme geri döneceğim.
Fatih Buğra Akbaş

0 yorum:

Yorum Gönder