Fizik,
Kimya, Biyoloji bölümleri çoğu üniversitede kapatılıyor. Sıfat var, iş yok. Haklı olarak kapanıyor
tabi. Niye açtık ki zaten. Kapatalım bu bölümleri felsefe, sosyoloji gibi açık
öğretimden devam edelim. Senin neyine biyoloji, fizik. Hatta Hukuk’u, Güzel
Sanatlar’ı da al açığa. Al sana özgür
eğitim. Ver birkaç kitap, sok sınava. Amaç sıfat sahibi olmak değil mi? Çapının ucu ucuna, tekrara, taklide, ezbere dayalı olduğu, tekdüze tekkeler; bilim ve sanat eseri üretmek
yerine; kendini pazarlayarak para kazanmanın yollarını arayan, kavramadan ezbere
konuşan, kimliksiz taklacılar yetiştirecektir. Yetiştiriyor da. Böylelikle
sözde bilim yuvası üniversitelerdeki ‘Ya
oku ya da siktir git’ faşizmi de ortadan kalkacaktır. İsteyen, istediği
bölümden mezun olacak, istediği sıfatı takacak, bir sürü masrafa da gerek
kalmayacaktır. Ha şu da var; ‘Öğrenci kendi okuyup, mezun olacaksa sen niye
varsın ulan o zaman unvan olarak?’ ya da ‘ Ya öğret ya da siktir git’ krizleri
de ortaya çıkacaktır. Bu soruların cevabını verebilenlerin ‘Öğrettiğin için mi maaş alıyorsun yoksa maaş
aldığın için mi öğretiyorsun?’ sorusuna da yanıt verebilmeleri beklenir ki o
zaman tüm üniversiteleri kapatıp, Anadolu’nun açık öğretimine bağlamak gerekir.
Son Gönderiler
20.09.2013
15.06.2013
Taksim Yağmacıları
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
17 Ağustos'un ardından, can derdindeki İzmit'e yardıma gidenlerin arasında kamyonlu yağmacılar da vardı, tecavüzcüler de. Şimdi bu yağmacıların çocukları, özgürlük derdindeki gezi parkında da mevcut. Böylelerinin zihniyetine göre, böyle hassas kalabalıklar; karşı cinsle tanışmak, sosyalleşmek, macera yaşamak için en uygun yerler.
24.05.2013
Ağaç Yaşken, Biber Gazı İlkokuldayken Uygundur
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
Sakarya'da ilkokul yakınlarında polis tatbikatında
kullanılan biber gazı okul bahçesine düşünce, bahçede oynayan yirmi çocuk gazdan
etkilenip hastaneye kaldırılmış. Hatta iki tanesi de solunum sıkıntısı
çekiyormuş.
İşte göt ile ağlanacak bir çete rezilliği daha...
Buradaki beyinsizlik, kendini modern diye adlandıranların
dünyayı kendilerine göre oluşturmaya kalkışmasında yatıyor. Halkın güvenliğini
sağlamakla yükümlü bir kurum, kendi halkına karşı daha profesyonel şekilde
kullanabilmek için ilkokulun yanında gaz tatbikatı yapıyor, yanlışlıkla
geleceğin eylemcilerini şimdiden biber gazına bağışık hale getiriyor.
Ey Sakarya'da gaz yiyen çocuk;
bu şehirlerde, üretilmemiş,
tasarlanmamış ve kimseye satılmamış bir
şeye rastlayamazsın.
Eğer bir gün ağaç dikmek istersen, kafana göre değil
belediyelerin belirlediği yerlere dikersin.
Bilgisayardan ya da okuldan izlediklerin de sen büyüyünce
tüketesin diye milyonlar harcanarak yapılır.
Böyle yerlerde yaşıyorsan, arzuladıkların ve korkacakların
da belirlenir, şekillendirilir.
Ola ki karşı çıkıp çöpten bile beslensen,
konteynırlardakiler bile birileri için üretilmiş, kullanılıp atılmıştır.
Yirmi kişi biber gazı yemişsiniz. Örgütlenirsiniz diye
diyorum; güç ve örgütler de yönetilir durumdadır böyle şehirlerde. Senin de
biber gazıyla fark ettiğin gibi kurumsal çeteler soluğunu kesiverir.
Sen, sen ol normal durumların dışına çıkma, mümkünse sınıftan
dışarı çıkıp oyun oynama. Aman dikkat et düşünce ve hayallerin kurguların
dışına çıkmasın.
24.05.13
Fatih Buğra Akbaş
16.04.2013
Masaüstü
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
*
ücra bir köy kadar uzağız birbirimize
duyularımızda kırık mısralı türküler var
biliyoruz ve böyle yaşıyoruz
nerede orası bilen oldu mu hiç gidilmemecesine
dinledik mi başkalarını dinler gibi yapmadan
susabildik mi gerçekten
bunu da biliyoruz ve böyle yaşıyoruz
bir sevinci hak ediyoruz asıl tebessümle gelen
hiç gitmeyecek bizden geri dönmese de
bize ait olan türkülere benzeterek
öpmek herkesi bağrından
nice içten kucaklayışlar
kadar yakınız kimselere
bin o kadar hasret var içimizde
kırık mısralı türküler gibi
ücra bir köy kadar yeşiliz
uzak
bunu da biliyoruz
böyle de yaşıyoruz
öyle de!
* Mehmet'in masaüstüme yazıp kaçtığı şiiri
6.04.2013
Enstrümanı İhraç Edip, Müziği İthal Etmek
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
Geçen hafta Mehmet Tamdeğer'e ve Kurban'ın davulcusu Burak Gürpınar'a birkaç soru sorma fırsatı yakaladım. Dünyacı ünlü ''İstanbul Mehmet'' zillerinin Mehmet ustası bu işi 9 yaşında, Mikael Zildjian'dan devralmış. Zildjian, Ermenice'de ''zilci'' anlamına geliyor. Mehter takımına zil üretmekle ustalığa başlayan Zildjian ve torunları zamanla dünyaya açılmış, hatta Mozart'ın eserlerinde kullanılmak üzere ihracata başlamış. Böyle bir ustanın çırağı Mehmet Tamdeğer. Diğer çırak Agop Tomurcuk'la zil üretimine devam etmişler. Bugün Mehmet ve Agop olarak iki farklı markayla dövme zil üretimine devam ediyorlar. Bu markaların yanında el yapımı zilleri üreten Bosphorus, Turkish, Pasha, Amedia, Masterwork, Diril markaları da var.
Tüm
dünyada el yapımı ziller sadece bu topraklardaki ustaların elinden çıkıyor
anlayacağınız.
Bir
müzik enstrümanının anavatanı olmak gurur verici.
Buraya
kadar bütün bir hikaye gurur verici.
Ne
yapıyoruz bu zilleri?
Büyük
bölümünü ihraç ediyoruz.
75
milyon nüfustan kaç tanesi bu zilleri kullanıyor, kullanabiliyor?
3-5-7-9...
Ne
yapıyoruz?
İhracatla
gurur duyuyoruz.
Enstrümanı
ihraç edip, müziği ithal ediyoruz.
Ne
yapmak lazım?
''Ülkemizde maalesef sanata verilen değer çok yüksek olmadığı için ve buna bağlı olarak ne sanatçılara ne de zanaatçılara gereken önem verilmemektedir. Aslında ülkemizdeki gençlerin tamamen bu işe yada bizlere ilgisiz olduğunu söyleyemeyiz. Müzikle uğraşan insanlar bize her zaman gereken önemi ve desteği veriyor ve tabii bu sayı müzikle uğraşanların sayısı çok fazla olmadığı için sınırlı kalabiliyor.'' diye çok güzel bir cevap veriyor Mehmet Tamdeğer.
Tabureden bateri yapmak gibi kendi ürettiği imkanlarıyla ve çabalarıyla Türkiye'nin en iyi davulcularından biri olan Burak Gürpınar ise sanata olan genel ilgisizlikten yakınıyor.'' Faydalı olabilecek ve gelişme sağlayabilecek aynı zamanda da kültürel olarak dolu bir şey ne zaman desteklendi ve ilgi gördü? Bu genel bir sorun. Bu da çoğunlukla dinleyicinin, tüketicinin değil onlara yön veren büyük isimlerin, şirketlerin kontrol ettiği bir şey.''
Popüler
şarkıcılar ne kadar ilgiliyse ülke meseleleriyle insanlar da o kadar
ilgili.
Kısa zaman öncesine kadar radyo kültürü vardı bu ülkede.
Kısa zaman öncesine kadar radyo kültürü vardı bu ülkede.
Hala
da devam ediyor.
Herhangi
bir kanalı açıp, dinlerlerdi.
Maksat
gürültü olsun.
Onlar da artık çekirdek gibi bakıyor müziğe.
Onlar da artık çekirdek gibi bakıyor müziğe.
Onda
ne bir estetik ne de bir matematik arıyor.
Mehmet Tamdeğer'e ve Burak
Gürpınar'a teşekkürler.
Fatih Buğra Akbaş
(Evrim Gazetesi)
http://evrimgazetesi.com.tr/yazar.asp?yaziID=466
http://evrimgazetesi.com.tr/yazar.asp?yaziID=466
1.04.2013
Akıllı mı deli, deli mi akılsız?
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
1992'den 1995'e kadar, üç yıl süren
Bosna savaşında yüz on bin kişi hayatını kaybetti, iki milyon kişi de göç etmek
zorunda bırakıldı. Bu savaştan sadece Bosna'lılar ve Sırplar değil, bütün balkanlar da nasibini aldı. Öyle ki
öldürmenin meşru kılındığı bu insanlık suçuna hiç bir devlet müdahale etmedi. Birleşmiş
Milletlerin bölgedeki hakimiyetini de savaş sırasında, Bosna'lı gençler, sokak
köpeklerinin üzerine ''UN'' yazarak çok güzel bir göndermeyle ortaya dökmüş. Fetisov
ve Kiro oyun boyunca Birleşmiş Milletler'in bu acizliğinden oldukça bahsediyor. Kiro, Boşnak gençleri kadar
eğleniyor, her zamanki gibi iğneleyici sözlerini deli arkadaşlarına yöneltmiş
gibi gözükse de bütün akıllıların yüzüne çarpıyor;
''Onlar
için burası bir balkanlar. Balkanlar'a yardım atın denmiş ve atmışlar.''
Eski asker Fetisov ise, üzerindeki
üniformanın etkisiyle hala Birleşmiş Milletlere olan inancını koruyor;
''Avrupa'nın
buna nasıl bakacağını bir düşünün. Açlıktan geberirken yiyecek, soğuktan
donarken giyecek, umutsuz kalmışken umut yollayan o insanların önüne nasıl
çıkacağız?''
Repliklerdeki bu ironilerin
altında, Avrupa ve Nato'nun kılını kıpırdatmadığı savaşta, Birleşmiş Milletler
güçlerinin barış gücü olarak Sırp'ların önüne Boşnak'ları atması yatıyor
şüphesiz. Bu gün karşımızda olan, bu savaşın iki milyon mağdurundan sadece yedi
tanesi. Doktor'a eylemsizliği, Fetisov'a mekanikliği, Kiro'ya çalma hırsını ve
politikliği, Matey'e bir böcek kadar ufak olmayı, Davut'a kimliksizleşmeyi
dayatan toplumun akıllıları, artık kendi işlerini göremeyecek olan ötekileştirdikleri, akıl
hastası diye damgaladıkları bu insanları tedavi edip, tekrar topluma
kazandırmak için dağın başındaki manastıra kapatıyor. Onların tek hastalığı ise
kendilerinden başkasına zarar veremeyecek, insan öldüremeyecek kadar akılsız
olmaları...
''
Siz deli değilsiniz! Sadece öbürlerinden farklısınız. Siz bu dünya için
yaratılmadınız. Bir yerlerde bizim gerçek bir dünyamızın olduğuna inanalım.''
Fetisov'a göre; İnsan yaşamını
anlamlandırabilmek, bir temele oturtabilmek adına bir neden aramalı. Deliler de
öyle yapıyor. Kendilerine ait olmayan bu dünyanın saçmalığını reddedip, bir hiç
uğruna, barış uğruna bir var oluş tutkusuna kapılıyorlar... Tekrar boşlukta
kalacaklarını bilmeden...
27.03.2013
Tv Yarışmaları Karakter Kılavuzu
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
Televizyonda hemen her gün karşımıza çıkıyor bu yarışmalar. Tabii bu yarışmalarda herkes başarılı olamıyor. Önce karakter yapınıza göre yarışacağınız alanı belirlemek çok önemli. Eğer bu yarışmalarda yarışmaya niyetliyseniz aşağıdaki altı karakter yapısından birine sahip olmanız gerekiyor.
1. Emek sarfetmeden parayı cebe indirenler: Kısa dönem önce yayınlanmaya devam eden Var mısın yok musun adındaki şans oyunu bu tipler için en uygunu. Herhangi bir bilgi, birikim, çalışma gerektirmiyor. Kutulardaki para miktarını tahmin etmek yeterli.
2. Araba kazanabilmek için her şeyi yaparım diyenler: Ben bilmem eşim bilir gibi yarışmalar sizin için en uygunu.
3. 10 bin lira kazanmak için her türlü iki yüzlülüğü yapabilirseniz Bana her şey yakışır gibi bir program tam size göre.
4. Para için herkesi yarı yolda bırakırım diyorsanız Güven Bana isimli yarışma sizler için tasarlanmış. Yeter ki paraya gözünüzü dikin, tek tuşla koltuk bile ikiye ayrılıyor.
5. Salonu güldürecek ya da eğlendirecek kadar maymunsanız yetenek yarışmaları biçilmiş kaftan.
6. Son olarak, biraz olsun harçlık kazanmak niyetindeyseniz Kim milyoner olmak ister'e başvurabilirsiniz.
Bunların hepsini, hepimiz izliyoruz. Empati kuruyoruz. Bir araba için ya da bir araba parası için bu kadar rezilliğe değer mi diye düşünüyoruz. Bunlar televizyon programı, insanlar rol yapıyor, maaş alıyor demek de olmuyor. Eğer öyleyse zaten durum daha da vahim. Aslında bunlar toplumun ve değer yargılarının görünen kısmı. Bir de vitrinde olmayıp, günlük hayatta aramızda olan mal ve para düşkünleri var ve git gide çoğalıyorlar. Milyonlarca başvurunun olması da sanırım bu yüzden.
İstesek de istemesek de şehirdeki birey modeli değişiyor.
İşin ilginç yanı da bunlar bizim akrabamız, arkadaşımız, komşumuz....
03.02.2013
Fatih Buğra Akbaş
26.03.2013
Satılık Kelepir İnsan
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
Geçen gün internette arama yaparken bir forum sitesinin ilan sayfasına girdim.
Bu sayfada sanal olan her şey satılabiliyor.
İnternet sitesi adresleri, e-posta adresleri…
Hatta internet üzerinden oynanan oyunlardaki karakterler bile satışta.
Öyle bir göz atıp geçiyorum, ne de olsa yıllardır böyle şeyler satılabiliyor.
Tam sayfadan çıkacakken bir kullanıcının açtığı başlık dikkatimi çekti.
‘’İki yüz bin kişi takipçisi olan facebook sayfası satılık’’
Dikkatlice baktığımda bu tarz ilanlardan yüzlerce görüyorum.
Herkes bir sayfa açmış, birkaç takipçi toplamış, satıyor.
Üstelik sadece facebook değil, yoğun takipçiye sahip twitter hesapları da satılığa çıkarılmış.
Bu, iki yüz bin takipçiye sahip olan facebook sayfasının fiyatı ise 2 bin lira…
Takipçi sayısına göre fiyatlar değişkenlik gösteriyor.
İki bin takipçi sayısına 30 lira gibi bir değer biçilmiş.
Başka bir ilanda facebook ve twitter sayfalarına takipçi kazandırabileceğini yazmış biri.
Kazandırdığı her yüz kişi için ise 10 lira da fiyat belirlemiş.
Altındaki yorumlardan anlaşılıyor ki bu sayfalara gerçekten büyük rağbet var.
Alışveriş işlemi elden gerçekleşiyor.
Kimisi sayfa satıyor, kimisi alıyor, kimisi takipçi çekerek para kazanıyor.
Yeni iş kapısı.
***
Böyle yoğun takipçi sayısı olan sayfalarda şirket ya da ürün reklamı yapılabilir.
Tek iletiyle binlerce insana tanıtım yapılabilir.
Peki, pazarlayacak bir şeyi olmayan biri ne yapar bu sayfayı?
Böyle, binlerce üyesi olan, tiyatro temalı bir sayfaya ben de üyeydim.
Sayfanın yöneticisi tiyatro ile ilgili iletiler paylaşıyordu.
Bu iletilerin arasında kişisel tanımını da yapıyordu.
Fotoğraflarını ve biyografisini haftada bir sayfada paylaşarak binlerce kişiye ulaşıyordu.
Sayfadan çıkalı uzun süre geçmesine rağmen ismini hala hatırlıyorum.
Tiyatronun ‘’t’’sinden anlamayan bu adam, sırf bu adrese sahip olduğu için binlerce kişinin tanıdığı bir tiyatrocu olmuştu.
İşin komik tarafı da tiyatroyla ilgilenen gençlerin bu adamdan ders almak istemeleriydi…
***
.
Defalarca denk geldim fotoğrafımı, iletimi beğenir misin diyenlere…
Bunun için de bir yöntem geliştirdiklerine şahit oldum.
Facebook’taki bir uygulama satın alıyorsunuz ve paylaşılan iletiler otomatik olarak onlarca kişi tarafından beğenilmiş oluyor.
Yani, anında onlarca kişi tarafından onaylanıyorsunuz.
***
Binlerce kişinin takip ettiği sayfanın yöneticisi olmak, iletilerine onlarca beğeni toplamak insana sınıf atlatıyor, tatmin ediyor…
Ne de olsa fiyat belirlenmiş; yüz kişi 10 lira…
13.05.2012
Trafikte Toplum Gözlemi
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
Geçtiğimiz hafta trafik haftasıydı.
Bu haftanın amacına uygun olarak her sene yapıldığı gibi trafik kurallarının önemi tekrar vurgulandı, sürücülerin ve yayaların daha dikkatli olmalarına ilişkin konuşmalar yapıldı.
Aynı hafta Galatasaray’ın şampiyon olduğu haftaydı.
Galatasaray taraftarı şampiyonluğu büyük coşkuyla kutladı.
Bu büyük coşku, her zaman olduğu gibi trafiğe sıçradı.
Bizim ülkemizde kutlama yapmak demek, arabayı alıp caddelere çıkmak demek.
Seçimlerde, düğünlerde de olduğu gibi…
Konvoylar oluşturulur, kornalara basılır, trafik felç edilir.
Kutlama günlerinde arabanın camından sarkmak, etrafa bağırmak serbesttir.
Trafik kuralları ölümcül bir tehlike yoksa hiçe sayılır.
Kutlama yapılmadığı zamanlarda da trafikte nefes almak mümkün değil.
Kornanın en çok kullanıldığı ülke Türkiye’dir sanırım.
Sanırsınız ki haklarını arayan, zamanı en önemli olan ülke Türkiye.
Hemen her arabada kavgada kullanılmak üzere bir sopa ya da kesici alet bulunur.
İyi araba sürmenin koşulu, kavşaklarda kaydırarak şov yapabilmektir.
Beş bin liralık arabayla otoyollarda hız sınırını aşabilmektir.
Ya da kaskız motosiklet kullanabilmektir.
Türkiye, birkaç Afrika ülkesinden sonra en çok trafik kazasının olduğu onuncu ülke…
Arabanın icat edilmesinden bu yana binlerce kişi trafik kazasında yaşamını yitirmiş.
Bugün, özellikle bayan sürücüler neden trafiğe çıkmaktan korkuyor?
Bun sebebi ne eğitim, ne denetim ne de başka bir şey.
Trafik, toplumun uygarlık seviyesini gösteren en gözle görülür şey.
Ne yazık ki trafik, trafik eğitimiyle düzelmez, düzelmiyor da.
19.05.2012
Şu Gençler Hiç Okumuyor
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
Eğitim dönemi bitiyor.
Okullardaki son sınavlar yapılmaya başlandı.
Özellikle üniversite okuyanları yorucu bir hafta bekliyor.
Ve yine otobüste, kantinde not ezberlemeler…
Bu durumları görünce aklıma lisedeki sınıf arkadaşım gelir.
Öğretmenin her dediğini not alır, sınava kadar da bunları ezberlerdi.
Tabi sınavda da öğretmen ne sorduysa eksiksiz yazardı.
Öğretmen de hoşnuttu, yüzle sınıfı geçen öğrenci de.
Sonra lise dersleri bırakıldı, üniversite sınavına çalışın dendi.
Herkes kafayı testlere yatırdı.
Okulun son bir ayı rapor alıp dershaneye gidenler de oldu.
Bazıları kazandı, bazılarının istediği yer olmadı.
Bilim ve Araştırma Üniversitesi olarak anılan bir üniversitemizin Teknoloji Dersi sınav sorusunu aynen aktarıyorum:
‘’Microsoft Word’de Dosya’ya tıkladığımızda üstten beşinci sekme nedir?’’
Bu sınav sistemi bilgisayar başına oturmamış insanları, temel bilgisayar eğitimi almış insanlar haline getirdi.
Üniversiteyi ezbere sınavla kazanmış olanlar da yine aynı mantıkla bitirdi.
Üniversiteden sonra da çıkmış Kpss sorularını ezberleyip memur oldular.
Bu sayede Lgs dershaneleri, Kpss dershaneleri iyi para kazandı.
Babamın anlattığı bir hikaye var. Çok severim.
Komutan yeni gelen askerlerin meziyetlerini soruyor.
Bizim kahraman da az iş yapmak için okuma yazma bildiğini söylüyor.
Komutan da okuma yazma bilmeyenleri onun yanına gönderiyor, okumayı öğretmesi için.
Bizimki ilk öğrencisinin defterine bir şeyler karalıyor, sonra ekliyor;
Buna ‘’a’’ derler buna ‘’b’’ derler. Bunları iyi öğren, gerisini bende bilmiyorum. Başka soru sorma, ne sen azar işit ne de ben…
Yorumlayamayan, sorgulamayan, ezberci, birbirinden farksız gençler yetişiyor böylelikle.
Sonu?
Hiçbir şeye faydası olmayan diploma…
Sonra da;
Gençler okumuyor
Gençler düşünmüyor…
Böyle totaliter, böyle dogmatik, öğrenciyi teke indirgeyen, bağımsız kişiliği yok eden eğitim sisteminde bu beklenir mi?
Gençlik ve Spor Bakanı, telefonlara toplu sms gönderdi.
Telefon ekranında SUAT KILIÇ diye yazıyor.
İyi tatiller dilemiş.
Bu kadar mı?
Yaz tatili için ezber ödevi falan yok mu?
26.05.2012
1 Milyon 233 bin Gelecek
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
Haziranın gelmesiyle tüm okullar tatile girdi.
Televizyon programları ve diziler de sezon finali yaptı.
Avrupa Şampiyonasındaki futbolcular ve Lys’ye girecek
öğrenciler hariç herkes tatile girdi.
Bizim milli takım bile tatilde…
***
1 miyon 233 bin kişi için ise tatil önümüzdeki hafta sonu
başlayacak.
Bugün, birçok aile okul bahçelerinde bu sıcakta gergin bir
şekilde bekleyecek, zaten sınav stresindeki öğrencileri daha da strese sokacak.
Eminim her aile, çocuklarına sağlayabilecekleri en iyi
hayatı sağlamak için uğraşır.
İmkanı dahilinde dershanelere binlerce lira para öder, özel
öğretmen tutar.
Bu sıcağın altında iki saat boyunca dua okur.
Hepsi bu çocukların kaliteli bir üniversite eğitimi
alabilmesi için.
İyi bir meslek sahibi olabilmesi için.
Gel gelelim üniversite öncesi eğitim de Türkiye’de kuru bir
kuyu.
Daha önce bu sınavdan geçmiş, şimdilerde üniversite okuyan
öğrencilerin çoğunda ne bir dünya görüşü ne de yurttaşlık şuuru var.
Dün sabah bir televizyon programına denk geldim. Sokaktan
geçenlere ‘’Mevsimler nasıl oluşur’’
diye mikrofon yöneltiliyordu.
Aşağı yukarı 10 kişiden biri soruyu doğru olarak cevapladı.
Lise dönemindeki bir öğrenci ‘’bu soru ilkokul sorusu , biz
lisedeyiz’’ diyerek konuyu unuttuğunu söyledi.
Haksız da değil.
Araştırmayı, okumayı, yaşadığı yeri ve dünyayı öğrenmediği
bir üniversite öncesi eğitimde bir öğrencinin böyle cevap vermesi gayet doğal…
Üniversite sınavında ne de olsa böyle sorular çıkmıyor.
Ezbere odaklı testler…
***
Bu sınav çocukların toplum içerisindeki konumunu da
belirliyor.
Yılda 12 bin lira verecek durumu olan aile çocuğuna
üniversiteyi kazandırabiliyor.
İmkanı olan bu kuyudan suyu çekiyor.
Aynı puanı almış yoksul çocuğu ise başaramamaktan
yargılanıyor.
Ezberi iyi olmadığı için.
***
Üniversite sınavı geleceği belirliyor.
Böyle adam kayıran bir sistemde çocukların geleceği ile
oynanıyor.
Kapatılması gereken Yüksek Öğretim Kurumu siyaseten
güçlendiriliyor.
17.06.2012
Kim ve Kimlik
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
Gelişmemiş insan ben merkezlidir.
Dünyayı ben ve diğerleri olarak görür.
Toplum geliştikçe ben merkezcilik, biz merkezciliğe gelir. Diğerleri aynı kalır.
Biz ve Diğerleri…
Ben ve Biz’in devam edebilmesi için diğerleri her zaman olmalıdır.
İnanç ve milliyet Ben’i ve Biz’i oluşturur.
Feodal toplarda da durum aynı şekildedir; Bizden olmayan düşmandır.
Sanayi uygarlıklarında da inançlar ve ırklar ayrılsa da bir kavram altında Biz’i oluşturmuşlardır.
Sermayenin gelişmesiyle farklı sınıflar ortaya çıkmış, demokrasi gelişmiş olsa da ırk, inanç ve milliyet farklılıkları aynı şekilde süregelmiştir.
Bu gruplaşmalar din, mezhep ırk, milliyet olarak kalıplara ayrılır.
Bunlara aynı siyasal ortam içinde vatandaş denmektedir.
Bunun yanında siyasal partiler de aynı çağdaş toplum düzeninde kendi içerisinde farklılaşmışlar fakat aynı parti tüzüğü içerisinde Biz’e dönüşmüşlerdir.
Çağdaş devlet de bu farklılıkları gözetmeksizin vatandaşına eşit hizmet veren siyasal örgütlenmedir.
İleri dönemlerde eğitimle gelişen bu durum mesleki alanlara ayrılır.
Ortaya daha farklı kimlikler eklenir.
Bugün gösteriyor ki Biz’i ileriye götürecek olan da bu mesleki başarılar.
İlerleme artık fetihler ve inanca dayalı beraberliklerle değil bilime ve üretime bağlı olarak gerçekleşiyor.
Psikolojinin çıkarımlarından biri de mesleği olmayanların ya da başarısız olanların bu duruma karşı çıktıklarına ve inanca ve milliyetçiliğe yönelik kimliklerini ortaya çıkardıklarıdır.
Bunun adı da kimlik sorunudur.
Bu çıkarım devam ettikçe Biz ve Düşmanlar kavramı var olmaya devam edecektir.
23.06.2012
Küresel Isınma ve Bireysel Çaba
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
Türkiye kavruluyor.
Sıcaklıkların artmasına bağlı olarak Güneydoğu'da kamu kuruluşlarında çalışanlar idari izne ayrıldılar.
Batıda da gündüz dışarı çıkmak mümkün değil.
Yaz ayının Ramazan'a denk gelmesi de oruç tutanlar için tam bir sınav.
Nem oranı yüksek olan yerlerde günü klimasız geçirmek, araç kullanmak çok zor.
Bu sıcakları, hele şu günlerde daha da gündemde olan küresel ısınmaya bağlayanlar teknolojiye, arabalara, klimalara çemkiriyorlar.
Türkiyede'ki ünlü bir bankanın yayımladığı küresel ısınma broşüründe de aynı şikayetler göze çarpıyor.
Özetle; gerekmedikçe enerji tüketmememizi, elektrikten petrole kadar tasarruflar yapmamız gerektiğini, bilgisayarları televizyonları daha az kullanmamızı istiyorlar.
Bunlar belki bireysel yaşantı için faydalı eylemler.
Ya küresel ısınma için?
Devede pire.
Medya bangır, bangır bağırıyor; ''Küresel ısınma bizim suçumuz'' diye.
Böyle bir sistemde, ABD, elektrikle çalışan bütün toplu taşıma araçlarını petrol emicisi General Motor'a vermişken, Türkiye'de yatırımlar asfalta, arabaya, petrol kullanımına yapılırken, kullandığım bilgisayarım mı karbondioksit oranına katkıda bulunuyor?
Her saat, Eskişehir'in üzerinden 40 ton benzinle yüklü, F16 Fighter jetler geçerken benim 1,4 motorlu aracım mı ozonu deliyor?
Cevap vermek zor değil.
Küresel ısınmayla öncü olarak mücadele eden ABD ve Avrupa kendi bünyesinde bulunan binlerce enerji santralinin doğaya saldığı karbondioksit miktarı toplam 3 milyar ton.
Bahsedilen sera etkisine Kyoto Sözleşmesini imzalayan, toplam 6 milyar ton karbondioksit salımıyla en fazla katkıda bulunan iki ülke ABD ve Çin. Nükleer enerji santrallerine büyük önem veren ve en çok salınım yapan diğer ülkeler; Rusya, Hindistan ve Japonya.
Bu santrallerdeki enerjiyi kömürle sağlayan ve hayli yüksek salınıma sahip olan AB ülkeleri, alternatif kaynak olan doğalgaza yönelirse, Rusya'ya bağımlı hale gelecek. Bu durumda da hali hazırda petrol ve kömürü kullanmayı bekleyen büyük enerji şirketleri de batacak, Avrupa büyük krize girecek.
Yer altı kaynaklarına, bilhassa petrole ve kömüre bu kadar bağımlı olan, yer altı kaynaklarının zengin olduğu kutuplarda, buzulların erimesiyle buradaki kaynaklara erişecek çoğu Avrupa ülkesi ve ABD için küresel ısınma o kadar da kötü bir şey değil.
''Bacasında bulut oluşturan enerji santralleri kadar sizin parfümleriniz,enerji tüketiminiz yüzünden dünya felakete sürükleniyor'' feryatlarına kapılan, yakında su savaşlarının olacağını, milyonlarca insanın öleceğini ve göçlerin olacağını söyleyen mantık zaten felaketin içinde olduğunu, bu kaynakları kullananların yaşadığını, kullanamayanların öldüğünü söylemekten çekiniyor.
Dünyayı bu şekilde sömürenler de ''bu sizin suçunuz'' diyerek insanları bir güzel uyutuyor.
Masum çevreciler de bunun propagandasını yapıyor.
Verilere göre insanların salınım yaptığı oran %2 iken, sadece yukarıdaki ülkeler, bu santrallerle %70 orana sahip.
Ne yapıyosunuz siz?
%2 Çok büyük bir rakam.
Ne bu düşüncesizlik?
Aman parfümü az sıkın, daha az yakan yeni model arabalar alın, enerji üretmeyin satın alın.
Yoksa cehennemi bu dünyada yaşarsınız.
30.07.2012
Eskişehir'in Kuşları
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
Yaz, İç Anadolu gibi sert kış geçiren iklimlerde, kış gibi camit olmuyor.
Kışın evlerine çekilmiş, soğukla mücadele eden insan hayat buluyor..
Havalar sıcak olduğundan herkes balkonlarda vakit geçiriyor.
Kuş seslerinden tutun da çay bardağının, tavla zarının seslerine kadar her şey dinlendirici.
İnsanların keyifle vakit geçirmesi mutluluk verici.
Balkonda, muhabbet kuşuyla sohbet ediyorum.
Hava hafif bulutlu.
Ara sıra caddeden geçen arabaların sesinden başka rahatsız edici bir ses yok.
Çok sürer mi?
Eskişehir'de imkansız.
Yine, gökleri yararcasına bir şey geçiyor.
Eskişehir'e yeni geldiysen sanırsın ki gökyüzünde deprem oluyor, savaş çıktı ya da bir yer patladı.
Bir değil, iki değil.
Bir sürü kuş uçuyor.
Sabah, akşam.
Bu kuşlar ABD menşeli F4 Phantom II'ler.
Bizim muhabbet kuşuna benzemiyorlar yani.
Bir bölümü Eskişehir'deki Jet üssünde, geliştirilip, F4 Terminatör haline getirilmiş.
Bizimki 5 yılda anca bir kaç kelime öğrendi.
Bir saatlik uçuş maliyeti 255 Bin Dolar.
Bizimki 5 liralık yemi 1 ay idare ediyor.
Saatte 2000 km. hıza ulaşabiliyor.
Bizimki zor, zar uçuyor.
7.160 litre benzin taşıyor.
Bizimki yemi çok çabuk bitiriyor.
Avcı, bombardıman amaçlı kullanılıyor.
Bizimki konuşsun diye gözünün içine bakılıyor.
Havadan ve karadan taarruz füzesi, top ve nükleer bomba atabiliyor.
Bizimki anca kafesinden yem sıçratabiliyor.
Genelde Napalm bombası kullanıyor.
Bizimki gagasını kullanıyor.
Vietnam Savaşı fotoğrafçısı olan Kim Phuc, bir sözünde "Napalm hayal edebileceğiniz en korkunç silahtır. Su 100 derecede kaynar, Napalm 800-1200 derece sıcaklık üretir." diye bahsediyor.
Evcil hayvan satanlar, bizimki için ''Ceyranda bırakmayın'' diyor.
Hızlı öldürdüğünden dolayı kurbanlar acı çekmiyor.
Bizimki, sinek, böcek yiyemiyor.
Aşağıdaki caddede egsozunun çıkardığı sesten dolayı ceza kesilen arabanın şoförü polisle mücadele ederken, supersonic ölüm makinesi kuşların sesi yavaş, yavaş kesiliyor.
Bir de bizim beslediğimiz kuşa bak.
Öbürünün adı Terminatör,
Bizimkinin adı yok.
Kendi kendime gülüyorum.
Hayat devam ediyor.
06.08.2012
Londra Olimpiyatları, John Lennon ve Türkiye
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
İngiltere keyifli bir olimpiyat düzenledi.
İngilizler çok güzel şeyler hazırlamışlar, çok da güzel mesajlar verdiler.
En önemlisi ülkenin önemli değerlerine de yer vermeleriydi.
Bunlardan biri de John Lennon'du.
Olimpiyatlar ''İmagine'' şarkısı ile kapandı.
Bu şarkı tam da olimpiyatların amacına uygun bir şarkıydı.
Hayal et insanların bu gün için yaşadığını
Hiç ülke olmadığını hayal et
Öldürecek ve uğruna ölünecek hiç bir şey yok
Ve din de yok
Mülkiyetin olmadığını hayal et
Hırsa ve açgözlülüğe gerek yok
Hayal et insanların
Tüm dünyayı paylaştığını
diyordu John Lennon.
Trt spikeri çalan şarkıyı çevirirken ''Ve din de yok'' sözünü kasıtlı olarak atladı.
Sansüre alışmıştık ama bu kadarı da olur muydu?
Bu sözü duyan Türk izleyicisi hemen dinden mi çıkacaktı?
İktidarın reklamını yaptığı ileri demokratik ülkenin en köklü televizyon kanalında ''dinler olmasaydı'' sözünü söylemek topluma ters düştü.
Şükredelim de toplumdaki sınıf farklılıklarını anlatan müzikalleri sansürlemediler.
Dini de sansürlü olan, Arapçadan okunan bir toplum için
John Lennon'un sözleri her yönden zararlı.
Aslında Trt'deki olimpiyat yayınları Türkiye'nin durumunu açıkça ortaya koydu.
Olimpiyatları da spikerin çevirisi kadar anladı milyonlarca insan.
Zaten John'ın sözleri de pek iç açıcı değil;
Kapitalistlere karşı, mülkiyet istemiyor.
''Uğruna ölünebilecek hiç bir şey yok'' sözüyle sosyalistleri de kızdırabilir.
Dinin olmadığı bir toplum şeriatçı dincilerin işine gelmez.
Silah tüccarları ve patronların savaşın olmadığı bir dünyada para kazanmaları imkansız.
Bu mantıkla, Türkiye olimpiyat düzenleyemeyeceğine göre, sadece sporcu gönderse, göndere bayrak çektirse yeter.
Olimpiyatın mantığına uygun mesajlar veren, aydınlarına sahip çıkan İngiltere'yi de ayrıca kutlamak gerekir.
21.08.2012
Diziler ve Toplum
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
Bizim televizyon dizileri her hafta 90 dakika oynuyor.
Neredeyse uzun metraj bir film uzunluğunda. Dolayısıyla her hafta en az 100 sayfa metin yazmak ve bunu yetiştirebilmek oldukça zor.
Büyük bütçeyle ve aylarca yapılan çalışmalarla çekilen filmler bile, o kadar ilgi çekici konuları işlemesine rağmen, ikinci, üçüncü serilerinde ilk filmleri kadar başarıyı yakalayamadı.
Böyle prodüksiyonla, uzun zamanda ortaya çıkarılan bu işlerin yanında, o kadar ilginç konuları ele almayan, senaryoyu çekip sündüren bizim diziler her hafta 90 dakika oynuyor ve ilgiyle takip ediliyor.
Dizilerde göze batan diğer şey de temaların entrikalar üzerinden işlenmesi.
Dost kazığı, ensest ilişkiler, devamında aile içi yozlaşma, asker gerilla çatışması vs...
Bu sektörde olanların söyledikleri de iyi giden bir hikayenin tutmadığı.
Yani her karakter bir dedikodu, bir plan peşinde.
Para için her yolun mübah olduğu, kardeşler arasındaki sınıf savaşları, padişahın entrikaları, davranış bozukluğu yaşayan ve etrafına da yansıtan komiser...
Bu diziler bu kadar izlendiğine göre toplumsal özellikler taşıyor.
İzleyici kendinden bir şeyler buluyor ki bu dizileri soluksuz seyrediyor.
Ya toplum böyle bir yapıda,
Ya da böyle şeylere meraklı.
Fark eder mi?
25.09.2012
Nüfus Patlamasına Çözüm: Fen Bilgisi Dersi
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
Birgün, ilkokul öğretmenim akvaryumdaki balıkları öldüğü
için derse morali bozuk gelmişti.
İlk ders hocamızın akvaryumundan bahsettik.
Dersimiz zaten fen bilgisi olduğundan, sıkıntı yoktu.
Konuşmalarını hatırladığım kadarıyla;
Yemini ve temizliğini aksatmıyordu.
Üstelik, akvaryumu da yeterince büyüktü.
Hava filtresi de iyiydi, yani havasızlıktan ölmeleri de
imkansızdı.
Işığından, ısıtıcısına her türlü aksesuarı da vardı.
Bütün ders, yaklaşık kırk çocuk balıkların neden ölebileceği
üzerine tahmin yürüttük.
Hocanın bu konuyu bilinçli işlediğini düşünüyor, doğru
cevabı verebilmek için uğraşıyorduk.
Mikrop kapabilmesi üzerinde düşünsek de hoca bunu
reddiyordu.
Hocamız bir sonraki hafta, veteriner olan oğlundan öğrendiği
cevabı açıkladı.
Meğer, akvaryuma alabileceğinden fazla balık koymuş.
Yeterince oksijen alamayan balıklar da sırayla ahirete
göçmüş.
***
Bizim yöneticiler de aynı bu şekilde Fen Bilgisi dersi
verip, 3 çocuk önerisiyle akvaryumu doldurmaya çalışıyorlar.
Üstelik bir veterinere de danışmıyorlar.
Akvaryum ne kadar alırsa o kadar.
Ama bizim akvaryum öyle tam donanımlı değil; Normal şatlarda
da açlık sınırı var.
Bir yandan nüfus çoğalınca, akvaryum içinde didişmeler de
artıyor ister istemez.
Güçlü olan yüzmeye devam ediyor.
Bunu gören yetkililer de bu duruma ''dur'' demek için,
çeşitli çözüm yolları buluyor:
Trafik: Kazalarda
sadece bu yıl ölenlerin sayısı 1691. Bu sayı gün geçtikçe artıyor. Ehliyet
veren kurumların, yolların, araba denetimlerinin durumları belli. Yapacak bir
şey yok.
Savaş: 28 yılda
Türkiye'de çatışma sonucu ölenlerin sayısı 38.500.
Cinayet: Son 10
yılda kadın cinayetleri 4000'lere ulaşmış.
Böylelikle kadın nüfusu da dengeleniyor.
Diğer: Daha dün 3
tane inşaat işçisi iskelenin halatının kopması sonucu ağır yaralandı. Bu yıl
ölen işçi sayısı ise 500'lere yaklaştı.
Tarımda kullanılan ilaçlardan ölenlerin sayısı da tatmin
edici seviyelerde. Uyuşturucudan da böyle bir rakama ulaşmak için, yakalanan
uyuşturucu patronları da salıverildi. Özensiz yapılan binalar sonucu Erzincan
depreminde 40.000, Marmara Depreminde 17.000 kişi aradan çıkarıldı.
Bunlara benzer sebeplerle nüfus bir hayli düşmüş olacak ki
Başbakan hemen kürtajı yasakladı.
Ancak merdiven altı kürtajın da iyi bir ölüm sayısına
ulaşacağını atladı.
***
Yani bizim akvaryumda veterinerler işinin başında,
seyrediyor.
İçindeki balıklara da sırayla öbür tarafa göçmek kalıyor.
Yine bir Fen Bilgisi dersinde hocamızın söylediği gibi;
''Muhabbet kuşu neden yan, yan bakıyor?''
07.10.2012
Ne İzliyoruz
Gönderen
Fatih Buğra Akbaş
Takip edenler bilir; Güneri Civaoğlu'nun yıllardır yaptığı program başka bir kanala transfer olmuş.
Geçen pazar denk geldi.
Program sohbet havasında.
Konuk da Doğan Cüceloğlu.
Bir süre sonra diğer konuk Gülben Ergen playback yapmaya başladı, yılların ustaları da şarkıya eşlik etti.
Komik olansa ''Mış Gibi Yaşamlar'' gibi bir kitabı yazmış, arkasına da '' Ne demek mış gibi? Düşüncelerinin arkasındaki niyetin farkında olmayan, davranışı birbirine uymayan insanların yaşamı demek.'' diye de arka kapak notu düşmüş olan Cüceloğlu'yla, yılların siyaset yorumcusu, Milliyet gazetesi baş yazarı olan Civaoğlu'nun bu müzik taklidi karşısında duygu seli yaşamalarıydı.
*****
Orhan Gencebay'a onur gecesi yapıldı.
Albüm de iyi satıyor.
Gecede ünlü şarkıcılar da sahne alıp, Gencebay'ı onurlandırdılar.
Playback'le şarkı söylermiş gibi yapıp, yapıp indiler sahneden.
Hatta bir şarkıcı, vefayı Orhan Gencebay'dan öğrendiğini söyleyip ardından playback yaptı.
Güzel bir geceydi.
*****
Spor programlarını bilirsiniz.
Yorumcular ya eski futbolcu, ya eski hakem ya da futbolla alakası olmayandan oluşuyor. Ortak özellikleri ise futbol hayatlarında hiç hata yapmamış gibi konuşmaları.
Zaman, zaman ortam geriliyor.
Bu sert adamlar da saatlerce futbol dedikodusu yapıyor.
Garip olan tarafı da futbolcunun yaptığı hataları, futbolcuya değil de taraftara anlatıyor olmaları.
''Şak diye kesmen lazım ortayı''
*****
Bir ironik program daha var televizyonda.
TBMM TV.
27.11.2012